Ergenlik çağının kendine has enerjisini, sorumsuzluğunu, cüretkarlığını ve sınırsızlığını kış mevsiminin depresif atmosferinde bütün traji-komik yönleri ile ele alan, anlamaya ve anlatmaya çalışan “Winter Flies”, hepi topu altı kişilik oyuncu kadrosu ile hedef duyguyu istediği dozda ve istediği zamanlama ile yansıtmayı başarmış bir festival filmi ve doğrusunu söylemek gerekirse Boğaziçi Film Festivali’nin son gününde festivalin akılda kalıcılığına katkı sağlayan final dokunuşlarından biri olarak hayli etkileyiciydi.

Filmin yönetmeni, Doğu Avrupa sinemasının genç nesil temsilcilerinden Slovenyalı Olmo Omerzu’nun sinema eğitimini Prag’da tamamlamış olmasından ötürü duyduğu vefa borcu nedeniyle olsa gerek, filmin tamamı Çekya’da geçiyor ve Çek toplumunda yaşanan ergenlik sorunlarına erken ergenlik çağındaki ikisi erkek biri kız, üç genç bireyin gözü ile bakıyor. Diğer üç karakterden ikisi bir dağ şehrinin polis karakolunda nöbetçi, (şüphesiz kendileri de bir zamanlar ergen olan) biri erkek diğeri kadın polis memurları. Altıncı karakter, çocuklardan birinin kalp krizi geçiren dedesi, ki filmde çok kısa bir süre boyunca o da iki çocuk tarafından bir el arabası üzerinde hastaneye yetiştirilmeye çalışılırken göründüğünden, oyunculuk anlamında fazla bir performans vaad etmediği gibi fazladan bir fikir de vermiyor. Ancak filmin ana fikrinin merkezinde yer alan bir küçük detay olarak yine de ilgiyi hak ediyor.
Bir yedinci karakter daha var aslında, atlamamak gerek: çocukların gölde boğulmaktan son anda kurtardıkları ve baştan Şato ismini koysalar da sonradan davaları açısından daha uygun gördükleri için ismini Çakal olarak değiştirdikleri sevimli köpek.
Ve tabii, dışarısı çok soğuk olduğu için nasıl ve nereden geldikleri meçhul, sıcacık karakolun camında sürekli gezinir ve vızıldar haldeki , biri memure hanımın kahve fincanınına düşen ve hemen sonrasında kül tedavisiyle şifa bulan üç beş kara sinek. Filme de ismini veren bu sineklerin, rollerinin hakkını tam olarak verdiğini şimdiden belirtmekte yarar var.
Bu oyuncu kadrosuyla “Winter Flies”için hem bir yol (macera), hem de bir karakol (polisiye) filmi denebilir.
Ergenliğin Resmini Çizebilir misin Abidin?
Ergenliğe adım attığında “yapamayacağı hiçbir şey olmadığını” düşünmeyenlerimiz neredeyse yok gibidir. Dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun (ki filmde biz bunu Çekya özelinde izliyoruz) ergenlere mal edilebilecek bu yaşamsal gerçeğin ifadesi olarak kabul görmüş bazı standart ergen tavırları olduğu konusunda da hemfikirizdir. Bu tavırların belki de en küresel, hatta evrensel olanı, ergenin kimi zaman babasına veya diğer aile bireylerinden birine kimi zaman da şayet koşullar elveriyorsa tanımadığı birine ait bir arabayı izinsiz alarak veya kaçırarak ya kendi kendine bazı üstünlüklere sahip olduğunu kanıtlama ya da ele geçirdiği araba ile bir yerden bir yere gitme amacını gerçekleştirmeye çalışmasıdır. Ergen birey, bu tavrı sergilerken çoğu zaman neden olabileceği felaketleri veya büyük olasılıkla karşılaşacağı tepkiyi fazla düşünmez veya düşünse bile hiçe sayar. “Winter Flies”, işte tam da böyle bir ergen olan Marek Mikule’nin (Tomas Mrvik) yalnızca kendisinin değil, yol arkadaşı olan diğer ergen, Hedus’un (Jan Frantisek Uher) da maddi ve manevi bedel ödemek zorunda kalmasına neden olan sorumsuz tutum ve davranışlarını anlatan bir film. Marek’in ergen sorumsuzluğundan nasibini alan, kısa bir süre için de olsa çalıntı arabada iki kafadarla birlikte yolculuk eden, hayatı nispeten daha hedonist bir bakış açısıyla gözlemleyerek deneyimleme fırsatı bulmuş ve birlikte olduğu erkek arkadaşından fiziki şiddet görerek ergenliğin geç evresine adım atmış Bara (Eliska Krenkova) için ise “resmen verilmiş sadakası varmış” dedirten bir kurgusu var filmin.

“Winter Flies”, gelişmiş Batı toplumlarının hemen hepsinde ortak sayılabilecek sorunsal temaları merkeze alarak yürüyen bir yapım: Dağılmış ailelerin ortada kalan sorunlu çocuklarının, içine düştükleri tatsız ve keyifsiz dünyanın sebebi olarak gördükleri toplum yaşantısına ve devlet düzenine adeta başkaldırırcasına sergiledikleri delişmen tutum ve davranışlar; genellikle babaların ve dedelerin evdeki konuşmalarından ergenlerin akıllarında kalmış ve bilinçaltlarına yer etmiş “Fransız Yabancılar Lejyonu efsanesi” ve “komünist direniş masalları” gibi hastalıklı anlatıların izlerini taşıyan ve belki de sonu popülist milliyetçi eğilimlere kadar uzayabilecek politik ön şekillenmeler; aile içi ve yakın çevre ile ilişkilerde yaşanan, genellikle çocuk ve kadınların maruz kaldıkları fiziki ve psikolojik şiddet ve buna bağlı travmalar; bilişim çağında eğitim ve öğretimin, gelişen teknolojiler ve bilgiye ulaşım yöntem ve hızlarında yaşanan atılım ile birlikte önemini ve değerini yitirmesi sonucu dünyaya bakışı sorunlu hale gelmiş, değer yargılarından ve yaşam felsefesinden git gide uzaklaşarak kimliksizliğe doğru emin adımlarla ilerleyen bir yeni nesil oluşumu. Bu sorunsal temalara, nöbet başındaki polis memurunun mesai zamanı gözden ırak bir kontrol noktasındaki nöbet kulübesinde genç bir kadınla (belki de kız) kısa da olsa bir sevişme molası vermesi gibi bazı ufak tefek dejenerasyonları ve deformasyonları da eklediğimizde, gelecek adına fazla umut vaad etmese de halihazır durumun doğruya yakın bir tespiti olarak değerlendirilebilecek ve her statüden izleyeni düşünmeye, sorgulamaya ve muhakemeye zorlayacak bir itiraz olarak karikatürize edilebilir “Winter Flies”.
Marek, dedesinin (Zdenek Mucha) evine gitmek için çalar, tanımadığı birisine ait arabayı. Yaşından ötürü ehliyeti yoktur ama kendince çok usta şofördür. Aslında uyanık olduğu sürece fazla da sorun yaşamaz. Tek sorun, dedesinin evine çok yaklaştığı bir anda gözleri kapanıp direksiyon başında uyuya kalmasıdır. Ancak bu sorunun üstesinden de adeta arabanın (marka ve modelini burada zikretmeyeceğim) üstün nitelikleri çözer. Araba son bir kaç kilometreyi kendine kendine giderek dedenin evinin önünde durur. Filmin bu sahnesi; ucuz bir ürün giydirme değilse eğer biraz koftiden mavra, biraz filme yazık, izleyiciye de epey bir ayıp olmuş.
Marek aslında çalıntı arabayla otobanda kendi halinde uslu uslu dedesinin evine gitmek üzere yaşadığı şehirden ayrılırken arabasına oyuncak bir makinalı tüfekten çıkan bir kaç el zararsız plastik merminin isabet etmesi üzerine sağa çeker ve karşısında Fransız Yabancılar Lejyonu’nun kamuflajlarına bürünmüş hayalperest arkadaşı Hedus’u (beden olarak X-Large, ancak beyin olarak X-Small bir lejyon budalası) bulur. Kendisi gibi sorunlu bir ergen olan Hedus’un yolculuğunun geri kalan kısmında kendisine eşlik etme isteğini baştan geri çevirse de, bitmek bilmeyen ısrarları yüzünden arkadaşını arabaya almak zorunda kalır ve iki kafadar, Marek’in bir zamanlar komünist olan dedesinin yaşadığı ve direnişçilerle buluştukları karargah evinin bulunduğu (en azından Marek’in dedesinden dinlediği hikaye bu) göl kenarında küçük bir kasaba olan Skalice yönünde oldukça uzun bir yolculuğa başlarlar.

İki İleri, Bir Geri!
Film, bir araba yolculuğunun lineer anlatımından ibaret değil. Iki çocuğun yolculuğu başladıktan kısa bir süre sonra bir karakol sahnesine geçiş yapıyoruz. Biri erkek, diğeri kadın iki polis tarafından sorgulanan Marek’in yanında başka kimse yok. Haliyle Hedus’a ne oldu acaba diye soruyoruz kendi kendimize. Hele bir de çocuk memurlara yalnız olduğunu, yol boyunca yanında başka kimse bulunmadığını söyleyince merakımız bir kat daha artıyor ve taşların yerli yerine oturması için de film boyunca bol bol flashback izlememiz, dönüşümlü bir biçimde dünle bugün arasında tenis topu gibi iki ileri bir geri gidip gelmemiz gerekiyor.
Karakolda sorgulanan Marek, baş karakter oyuncumuz. Ergenlik bunalımları ve rüştünü ispat çabaları arasında sürekli salınım halindeki dazlak kafalı cüretkar çocuk, sorgusu sırasında tam bir baş belası gibi davranıyor. Ama bu onun dışa yansıyan yüzü. Aslında içinde öyle yufka bir yürek var ki, yolculuğun hemen başında adamın birinin ölen bir komşusuna ait köpeği kimse sahiplenmek istemediği için ayaklarına demir bir boru bağlayıp boğulsun diye göle attığını fark eder etmez koşup buz gibi havada göle atlıyor ve zavallı hayvanın hayatını kurtarıyor. Hayatını kurtardığı yalnızca bu köpek de değil üstelik. Karakolda sorgusu devam ederken kadın polis Freiwaldova’nın (Lenka Vlasakova) kahve fincanına düşen bir kara sineği eliyle çıkarıp kül tablasına koyduktan sonra kadın polisle karşılıklı içtikleri sigaraların küllerini sineğin üstüne silkerek uyguladıkları, dedesinden öğrendiği tedavi sayesinde sinek de yaşama dönüyor. Hem de tam kalp krizi geçiren dedesini önce el arabasıyla arabaya, ardından arabayla hastaneye yetiştirdikten sonra yaşlı adamın hayata döndüğü sıralarda. Marek’in derdi toplumla, toplum düzeninin neden olduğu olumsuzluklar karşısında onu yalnız bırakan yakınlarıyla ve ayrıca bu bozuk toplum düzeninin kurbanı olan ve o düzene karşı koymak yerine ayak uydurmaya çalışan bireylerle. Sonuçta sevgisini ve güvenini kazanmış, ona zarar vermemiş ve yardıma ihtiyacı olan tüm insanlara ve hayvanlara karşı son derece sevgi dolu ve yardımever bir saklı kişilik var Marek’in içinde.
Filmde, 12-14 yaşlarındaki iki ergen erkek çocuğun cinselliğe bakış açıları biraz da ketempereye getirerek arabalarına attıkları kendilerinden yaşça büyük genç bir kız üzerinden işlenmiş. O yaşta iki erkek böyle bir genç kızla doğrudan cinselliğin zirvesine tırmanmaktan başka bir şey düşünemeyecek kadar sabırsız ve deneyimsizler. Öte yandan kadınlara karşı aynı olumsuz tavırları sergileyen çoğu yetişkin ve hastalıklı bireye sık sık rastladığımız toplum yaşantısında çocukların bu tavrının sağlıklı olmadığını söylemeye de insanın dili varmıyor doğrusu. Cinselliği keşfe çıkan bu yaş grubu ergenlerin aradıklarını bulup bulmadıklarını hiç bir zaman öğrenemeyecek bile olsak, aradıklarını bulduklarından emin olduğumuz bir ayrıntı var filmde: başları sıkışınca cinsel taciz gerçeğinin arkasına saklanarak konuyu suistimal etme davranışı!
Bize Asıldığını Söyleriz!
Cinsel istismar tüm dünyada öyle bir noktaya geldi ki, bu kabul edilmez davranışla topyekün mücadele edilemezse istenilen sonuçlara ulaşılması zor. Özellikle #MeToo hareketiyle ivme kazanan bu mücadelenin, etkili olduğu gibi aciz kaldığı durumlarla da karşılaşmak mümkün. Buna en iyi örneklerden biri de “Winter Flies”daki gibi darda kalan, başı sıkışan, sorunlu ve hatta suç işleme kapasitesi yüksek her yaş grubundan insanın kendini düze çıkarmak veya karşısındaki sorumlu kişilere geri adım attırmak için cinsel suistimal olgusunu suistimal etmesi. Marek arabaya Hedus’u aldıktan sonra ilk olarak bir göl kenarına giderler. Amaçları takip edilmemek ve yakalanmamak için cep telefonlarını göle atmaktır. İşlerini hallettikten sonra göl kenarındaki bir ağacın tepesinde goygoy yaparlarken gölde boğulmaktan kurtardıkları köpekle birlikte yanlarına yaşlıca bir adam yaklaşır. Çocuklar adama saygısızca ve dik başlı bir tarzda hitap edince aslında pek de saygı duyulacak birine benzemeyen adamla aralarında bir elektriklenme yaşanır. Adamın saldırgan tutumuna karşılık çocukların “Bize asıldığını söyleriz!” tehdidi adamı geri püskürtmeye yeter.

Bunun dışında, seks molası vermek üzere karakoldan ayrılan erkek polis memurunun (Martin Pechlat) yerine Marek’in sorgusuna devam eden kadın polis sürekli yalan söyleyen Marek’i zekice bir hamleyle köşe sıkıştırdığında neye uğradığını anlamayan ve çaresiz kalan ergen kahramanımız, işini bitirip sorgu odasına geri dönen erkek polis memurunu görür görmez aynı yönteme başvurur ve kadın polis tarafından tacize uğradığını, elbiselerinde kadının DNA’larına rastlanabileceğini ileri sürerek ikinci kez, hem de bir güvenlik görevlisine karşı konuyu suistimal etme girişiminde bulunur. Konunun dünya çapında neden olduğu hassasiyetten yararlanma cüreti, insana oldukça değişik bir bakış açısı kazandırıyor.
Bu yaklaşım filmde her ne kadar sürekli facebook üzerinden mesajlaşması, televizyonda dizi seyretmesi ve makyaj yapmasından yakındığı annesinin ilgisizliğine tepki olarak evden kaçmayı adet haline getirmiş sorunlu bir ergen üzerinden karşımıza çıksa da, gerçek hayatta daha bilinçli ve kötü niyetli ellerde nasıl bir silaha dönüşebileceğini öngörmek için Çekya vatandaşı olmaya gerek yok!
Kahve Makinası Metaforu
İki kafadar, kendilerine otostop yapan Bara’yı biraz da metazori ile arabalarına aldıktan sonra geceyi bir kamp ateşinin etrafında geçrmeye karar verirler. Gençlerin aklı fikri kızla öyle veya böyle cinsel bir deneyim yaşamaktır. Hedus’un “Sence bize verecek mi?” sorusuna Marek’in verdiği cevap çıtayı ne kadar yükselttiklerinin kanıtıdır adeta: “Merak etme. Bunun için yanıyor!” Bildikleri tüm fantezileri gerçeğe dönüştürebileceklerini hayal ederlerken, bunu çağrıştıran bazı yanlış kelimeler kullanmaları üzerine geceyi Bara arabada (kendini içerden kilitlemiş olarak), abazalar ise kamp ateşinin yanında yere serdikleri bir uyku tulumunun içinde geçirirler. Beklemedikleri böylesine bir cinsel fantezi (!) ile sonuçlanan gece boyunca yaşadıkları hayal kırıklığı içinse Marek’in öne sürdüğü metafor tam bir zeka pırıltısıdır aslında: “Bak Hedus! Bu işler öyle her istediğinde olmaz. Kahve makinasına bile yeterli veya doğru parayı atmazsan sırf sen kahve içmek istedin diye sana kahve vermez.”
Bara’yı hayal ederek kurdukları fanteziler, Bara’nın iki azgın tarafından ciddi şekilde taciz edileceğinden şüphelenmesi üzerine seyir halindeki arabayı durdurduktan sonra arkasına bile bakmadan çekip gittiği günün akşamı arabada aynı anda gerçekleştirilen bir masturbasyon ritüeline dönüşür. Ayin sırasında arka koltuktan olanı biteni anlamsız bir yüz ifadesi ile takip eden bir çift şaşkın göz de vardır: Çakal.

Olmo Omerzu, Cineuropa isimli internet sitesine verdiği bir röportajda cinselliğe bu iki ergenin gözü ile bakmayı özellikle önceden tasarladığını, çünkü filmin konusunun onların gerçek ve hayal dünyalarında yaşadıkları duygu ve tepkiler olduğunu, onların gözlerini bir kameranın veya fotoğraf makinasının vizörü gibi kullanmayı tercih ettiğini ifade etmiş. Bunu yaparken de çocukluk çağında özellikle cinselliği çağrıştıran bazı masum eylemlerin babalar, büyükbabalar veya önceki nesilleri temsil eden diğer tanıdık kahramanların kodladığı gerçeğini ön plana çıkarmış. Göl kenarında kalp krizi geçiren büyükbabayı arabanın arka koltuğunda Hedus’un kucağında hastaneye yetiştirirlerken çocuk okulda öğrendiği şekilde sürekli yaşlı adama suni teneffüs yapmaya çalışır ve bu esnada (belki de sayede) adam kendine gelince ilk söylediği söz, iki çocuk için de okuldan ve aileden edindikleri bilgiler arasındaki paradoksun bir göstergesidir aslında: “Hey, ne yapıyorsun? İbne misin nesin?”
Dünyaya Çocuğun Gözünden Bakmak!
Yönetmen Olmo Omerzu için “Winter Flies”, ergen de olsa çocuk gözüyle dünyaya bakma girişimi. Bu yönüyle çocuğun, yaşadığı kültür içinde kendi dışındaki dünya hakkında ne tür gözlemlere ve düşüncelere sahip olduğu ile ilgilenen bir çalışma. Filmde ergen çocuklar her ne kadar rüştlerini ispatlama derdine düşmüş ve zaman zaman asi, zaman zaman da acımasız bir görüntü vermeye çalışmış olurlarsa olsunlar ve onları seyrederken biz yetişkinler birilerinin bu canavarlara hadlerini bildirmesini nasıl da sabırsızlıkla beklemiş olursak olalım onlar neticede birer çocuk ve bunu hiç olmadık zamanlarda son derece çocuksu tepkiler ve isteklerle izleyenlere hatırlatıyorlar. Tam da Omerzu’nun istediği gibi.
Omerzu, bundan önceki uzun metrajlı çalışmasından (A Night Too Young) farklı olarak bu kez profesyonel olmayan çocuk oyuncularla değil, oyunculuk için belirli bir hazırlık evresinden geçmiş, daha oturaklı ve daha işinin ehli ergenlerle çalışmayı tercih etmiş. Bunu tercih etmesinin en önemli nedeni ise setteki kontrol sorunsalının üstesinden gelmek. Yönetmen, “A Night Too Young” çekilirken ergen oyuncuların profesyonel olmamalarından ötürü kontrolü tamamen ele almak zorunda kalmış ve bu durum kendisini beklediğinden fazla yormuş. Bu kez daha “ne yaptığını bilen” ergenlerle daha serbest çalışma ve onlara daha fazla serbest alan bırakarak sürece katkı sağlamalarına imkan tanıma şansına sahip olması, filme tahmin ettiğinden de öte bir özgünlük kazandırmanın yolunu açmış.
Çocuk ve cinsellik aslında bir yönetmen için hiç de bir arada ele alınması kolay kavramlar değil şüphesiz. Böylesine iddialı bir konuyu işlemek içinse göz önünde bulundurulması gerekli en önemli hususlardan biri bir çocuğun cinselliğe bakışındaki sempatik ve doğal unsurları kavrayabilmek. Omerzu’nun bu konuda oldukça başarılı olduğunu söylemek mümkün. Çünkü yetişkinler için tabu olan bir çok cinsel içeriğin “Winter Flies”daki ergenlerin gözünde ve dilinde, bir merakın giderilmesi veya yakın çevreden aşina oldukları bazı maço kahramanların taklit edilmesi şeklinde belirdiğini görmek farkında olmadan gülümsetiyor insanı. Rüştünü ispatlamaya çalışan bir ergen; etrafını kırıp dökse de, birilerinin zamanını alsa da, sorumluluklarını üzerlerinde taşıyan aile bireylerini bir hayal kırıklığından diğerine savursa da sonuçta onu tetikleyen bazan merak, bazan taklit arzusu, bazan da her ikisi birden oluyor.
Sadede Gelelim
“Winter Flies”, Boğaziçi Film Festivali – 2018 kapsamında üç sinemada birer kez gösterime girdi ve “Uluslararası Uzun Metrajlı Film” kategorisinde yarıştı. Ülkemizdeki “Art House” salonlarda festival dışı gösterime giren yapımlara baktığımızda, bu yıl Karlovy Vary Film Festivali’nde En İyi Yönetmen Ödülü kazanan bu filmin de programa alınması beklenebilir. Eğer bu beklenti gerçekleşirse de, sanatsal yönü ağır basan bir festival filmi olarak kaçırılmasa iyi olur.
Keyifli vızıldamalar!

